Yunus Emre KESKİN. Blogger tarafından desteklenmektedir.

21 Kasım 2015

Zihin - Beden Problemi 2- Küçük Albert Deneyi ve Felsefi Davranışçılık



Watson, çocuklardaki duygusal tepkilerin gelişmesinde koşullanmanın oynadığı rolü sorguladı. Bunun için bir çocuğa klasik koşullanma yoluyla duygusal bir tepki koşullandırmaya çalıştı.


Denek: Dokuz Aylık Bir Bebek
Sonradan Küçük Albert olarak tanınacak olan denek, sağlıklı, vurdumduymaz ve duygusuz olarak tanımlandı. Hiç kimse onu korku ve öfke haline görmedi. Bu çocuk hayatında Ağlamadı.

Nötr Uyarıcı: Beyaz Fare
Watson, 9 aylık Albert'i bir dizi nesne ile karşı karşıya getirdi, bunların arasında beyaz bir fare, beyaz bir tavşan, bir de köpek bulunuyordu. Çocuk hiçbir durumda bir korku belirtisi göstermedi.

Koşulsuz Uyarıcı: Ses
Albert'in arkadında duran araştırmacılar, çekiçle metal bir çubuğa vurup ses çıkararak ürkme ve ağlamaya yol açtılar. İlk defa labaratuvardaki duygusal bir durum, Albert'in ''korkmasına'' ya da ağlamasına yol açtı.

Koşulsuz Tepki: Korku/Ağlama
Ürkme ve ağlama, bebeğin korku hissettiğini ve bunu ifade ettiğini gösteren gözlemlenebilir ve ölçülebilir duygusal tepkilerdir. Watson klasik koşullamanın üç öğesini tanımladıktan sonra, yardımcısı Rayner ile birlikte klasik koşullanma prosedürüne başladı.

Meydana Getirmek.
11 aylıkken Albert'e tekrar tekrar, nötr uyarıcı, yani beyaz bir fare ve arkasından koşulsuz uyarıcı, yani gürültülü bir sesten oluşan denemeler uygulandı. Albert ilk denemelerde fareyi gördüğünde ürküyordu, ilerleyen dönemlerde ise ağlamaya başladı.

Test.
Albert'e ilk defa sadece fare gösterildiğinde (ses yok) ürkmüştü. Sonra daha fazla koşullandırma denemesi yapıldı ve tekrar sadece fare ile (ses yok) test edildi. Bebek fareyi gördüğü anda ağlamaya başlıyordu. Watson Albert'in duygusal tepkisini koşullandırmayı başarmıştı. (1)

Aslında öğrenme mekanizmalarını açıklamak için geliştirilen ve 20. yüzyılın başından 1960'lara kadar psikoloji dünyasında hakim görüş olarak kendine yer edinmiş ancak bilişsel psikolojinin keşfiyle birlikte yerinden olan davranışçılık bu deneyle birlikte ne kadar kapsamlı bir öğreti olduğunu ortaya koymaktaydı. 

Basit sayılabilecek koşullandırma örneklerinin aksine bu örnekte daha çok kompleks bir zihinsel mimariye sahip olduğu düşünülen korku gibi duyguların dahi koşullandırılabileceği gösterilmek istenmişti.
İnsanla fare arasındaki bilişsel makas giderek daralmaktaydı, öyle ki bir insanın kendi özgü olduğu varsayılan ve diğer türlerin aksine nesnel bir gösterimi ve dışşal faktörler tarafından manipulasyonu mümkün görünmeyen duyguların böyle deneysel bir gösterimi psikologlar için dahi sıradışı bir olgu gibi görünmekteydi.

Küçük Albert deneyi elbette bitmemişti, sonraları bu deney tekrarlanacak ve Watson'un bulduğu sonuçlar tekrar elde edilemeyecekti. Ancak deneyin defalarca tekrarlanıp Watson'un deneyinin güvenilirlik ve geçerliliğini yitirmesi sonucunu göz ardı etsek dahi ortada yine de bu yaklaşımın insan zihnine ve onun bilişsel becerilerine yönelik felsefi sakatlıkları bulunmaktaydı.

Davranışçılığın bu problemlerini incelemeden önce bu yaklaşımın felsefede kendisine nasıl yer bulduğuna ve onun felsefedeki uzantısı olan felsefi davranışçılığa bir göz atalım.
En katı ve en anlaşılır haliyle felsefi davranışçılık, zihinsel bir durum hakkındaki herhangi bir önermenin, söz konusu kişinin şu, bu veya başka gözlemlenebilir durumda olması halinde ortaya çıkacak olan gözlenebilir davranış hakkındaki uzun ve karmaşık bir önermeye hiçbir anlam kaybına uğramadan çevrilebileceğini ileri sürer. (2)

Bu görüşe göre insanların zihinsel hallerinden bahsettiğimizde psikoloji değil metafizik yapıyoruzdur. İnsanların duygu, hayal, eğilimler gibi zihinsel hallerinin nesnel bir gösterimi yoktur ve bunlar hakkında konuşmanın psikoloji adına insan zihnini anlamak bağlamında hiçbir katkısı yoktur. Varolan ve psikolojinin konusu olabilecek yegane şey davranışlardır. 

Sadece insanların açıkça ortada olan davranışı çeşitli gözlemciler tarafından gözlenebilir, ölçülebilir ve mekanik olarak kaydedilebilir. Oysa bilinçliliğin varsayılan verileri ve içe bakış herkes tarafından gözden geçirilemez. (3)

Böylece zihnin ve zihinsel hallerin gözden çıkarılmasının meşru zemini yöntemsel bir yaklaşımla oluşturulmaktaydı. Davranışlar kazanılmış bağlantılardı. İnsan ve diğer hayvanlar şartlanma mekanizmaları (klasik ve edimsel) aracılığıyla bu davranışsal bağlantıları edinmekte ve hem kendi eylemlerini şekillendirme de, hem öğrenme de hem de psikolojik çatışmaların çözümünde bu altyapıyı kullanmaktadır.

Ayrıca bu görüşe göre zihin ve beden arasındaki ilişki hakkında kafa yormanın hiç anlamı yoktur. Örneğin Marie Curie'nin zihninden bahsetmek, onun sahip olduğu bazı şeylerden bahsetmek değil, sadece olağanüstü yeteneklerinden ve yatkınlıklarından bahsetmektir. Davranışçı, zihin-beden sorununun bir sözde-sorun olduğu sonucuna varır. (4)

Ancak geçmişte büyük ilgi gören bu yaklaşımın bazı felsefi kusurları hemen ilk adımda göze çarpıyordu. Bu görüşü kabul ettiğimizde zihinsel durumların içsel yönü açıkça gözardı edilmekte, ağrı, acı, korku gibi davranışların zihinsel durumlarla olan bağı kesilmektedir. Bu eylemlerin yalnızca dışsal gösterimleri değil, iç gözlemle ortaya çıkan içsel bir niteliksel doğası da vardır ve zihin kuramcısı bunu inkar etmekle zihnin tam bir resmini elde etme şansını da kaybedecektir. 

Bu kırpma işlemi, akımın görüşleriyle bağdaşmayan zihinsel durumların by-pass edilmesi bilim ve felsefe çevrelerinin güvenini azaltmakla beraber kurama inen asıl büyük darbe biyoloji camiasından gelmiştir. Davranışçı insanın tüm davranışlarının öğrenmeyle kazanıldığını ve değiştirilebildiğini ve özel olarak edimsel koşullamayı hakim öğrenme mekanizması olarak gören davranışçıların davranışa yön veren ödüllendirme motivasyonunun zorunluluğunu vurgularken, biyoloji bize hem doğuştan olan ve hem de ödüllendirilmeksizin tekrarlanan eylemlerin olduğunu göstermiştir.

Örneğin ördeklerin yumurtadan çıktıktan sonra annelerinin ardından gitmesi, köknar kargalarının 6000'e yakın yeri hatırlaması, hayvanların oyun oynama ritüelleri gibi doğuştan gelen eğilimler, insanların evrimsel geçmişinin kalıntısı olan böcek, zehirli yiyecek, yılan korkuları gibi sonradan öğrenilmeyen, herhangi bir ödüllendirme olmaksızın tekrarlanan ve şartlanma mekanizmalarıyla açıklanamayan örnekler mevcuttur. Tüm bunlar göz önüne alındığında davranışçı program zihni ve onun organizasyonlarını anlamak adına hem bilimsel hem de felsefi açıdan başarısız olmuştur. 

Daha sonra Yapay Zeka alanındaki gelişmeler dolayısıyla tekrar göz önüne alınacak olan bu yaklaşım zihin felsefesi ve psikoloji bilimine olan teorik katkısından daha fazlasını pratik olarak yapay zekada yapabilecek ve bu alanda yeni gelişmelere öncülük edecektir. Ancakbu  bir başka yazı dizisinin; Yapay Zeka ve Felsefe konulu çalışmaların konusu olacaktır.

Notlar

1) Plotnik Rod, (2009) Psikoloji'ye Giriş, İstanbul, Kaknüs Yayınları, s.204

2) Churcland M. Paul, (2012) Madde ve Bilinç ( Berkay Ersöz Çev.) İstanbul, Alfa Yayınları, s.36

3) Ryle Gilbert (2011) Zihin Kavramı ( Prof. Dr. Sara Çelik Çev.) İstanbul, Doruk Yayıncılık, s.499-500

4) Churcland M. Paul, (2012) Madde ve Bilinç ( Berkay Ersöz Çev.) İstanbul, Alfa Yayınları, s.37

7 yorum:

Unknown dedi ki...

Zihnin felsefesini yapmak, önce beyin ve işlevlerini tam anlamıyla çözmeyi gerektirir. Psikoloji ise yazınızda olduğu gibi metafizik bir atmosferde oluşan ince bir tabaka gibidir. Beyin işlevlerini tam anlamıyla çözülse dahi , her çözülen beyinden sonra işlem sil baştan başlamak zorunda. İnsan beyni, 'Gualia' denilen öznellikle çevrelenmiş durumda. Bir beyindeki ufak bir tümor, B kişisinde aynı yerde, aynı lezyonle gelişse dahi A ve B kişisinde davranışsal değişiklikler tamamen farklı ve karakteristiği benzer olsa bile, gözlemlenebilir sonuçlar her zaman farklı seyir izliyor. Her beyinin kesinlikle "özgün" olduğunu biliyoruz. Özgünlükler de kendi yaşantılarına göre özerk parçalar halinde çoğalıyorlar.
Sevgiyle kalın.

Unknown dedi ki...

Öncelikle katkınız için teşekkürler. Aslında psikoloji davranışçı ısrarından 1960'lardan sonra vazgeçti ve biyolojik karaktere vurgu yapan yaklaşımlar, sosyal-bilişsel yaklaşımlar psikoloji camiasına egemen olmaya başladı ve davranıçılık bilişsel-davranışçı bir çizgiye dönüşerek kendini kurtardı ancak davranışçılık akımı içinde kalarak zihin hakkında konuşmanın metafizik olduğu o dönem için bariz bir olguydu. ''Qualia'' nın öznel bilişsel bir imza olarak bilincin nesnel ölçümünü zorlaştırdığı, belki de söylediğiniz gibi kimlik farklılıklarının ana motoru olduğu düşüncesi tartışılmaya değer. Daha sonraki yazılarımda buna değineceğimden şüpheniz olmasın. Katkınız için tekrar teşekkürler, sevgiler..

Unknown dedi ki...

Rica ederim. 2000 li yıllardan bu yana ''Bilişsel'' kavramının hız kazanmasının bir nedeni de tam olarak buydu: ''Etkileyen faktör aradan çıkartılırsa, geriye kalan, artık şey 'güdü' mü, yoksa 'bilinç' mi? Her araştırma, her bulgu bizi 'Öznel' his denilen ve bilimin ruh diye adlandırmadığı şeyi ortaya koyuyor. Nörobilimin dibine inmeden zihnin felsefesini, felsefenin kıyılarında dolaşmadan da sinirbilimin suskun kaldığı yerleri çözebilmemiz olanaksız. Bir yayınızın altına (g+ felsefe klübü) bir link yazdım. Akademik bir ünvanınız varsa (Yar.Doç, Doç.) aramıza bekleriz. Çizginizi bozmadan yazmaya devam edin lütfen. Sevgiler..

Unknown dedi ki...

Verdiğiniz linki inceledim, çok güzel bir proje ancak herhangi bir akademik ünavana sahip değilim. Şimdilik bağımsız bir araştırmacıyım, ancak yüksek lisans için hazırlık yapıyorum ve şubatta da Zihin Felsefesi alanında akademik kariyere adım atmayı planlıyorum. Teklifiniz için teşekkürler ancak sanırım biraz daha olgunlaşmam gerekiyor. Gerekli yetkinliğe ulaştığımda yardım etmeyi çok isterim...

Unknown dedi ki...

Türkiye' den yurt dışına yol gözüküyor size; 'Zihin Felsefesi' üzerinde yoğunlaşan araştırmacılar ne düzeydeler? Bildiğim kadarıyla bilindik olanlarda sıkışıp kalmışlar. İlerletmeye çekiniyor ki, tartışma alanları bile çok kısıtlı. Memnun olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim, zor alan ve sıkıntılara sebep olabiliyor. Yüksek lisansını yarıda bırakan (destek ve tartışma ortamı oluşamadığından) kişiler tanıyorum.Küçücük bir ayrıntıdır; felsefe 'soru üretir', soru sorar. Onlar, cevap bulmaya takılı kaldılar. Lütfen, siz, sonuna kadar gidin..

Unknown dedi ki...

Ziyaretçi olarak da faydalanabilirsiniz :)

Unknown dedi ki...

Türkiyede maalesef telif eser sıkıntısı var. Var olan eserler ya derleme ya da dolaylı yoldan zihin felsefesiyle bağlantılı. Zihin Felsefesine giriş için telif tek bir kitap var : Şeref Günday 'ın ''Zihin Felsefesi'' eseri, onun dışındakiler çeviri eser. Tümüyle zihin felsefesine adanmış süreli yayın zaten yok. Çoğunlukla bireysel girişimler olarak ilerliyor şu anda.Türkçe kaynak sıkıntısı var ve bu yüzden daha çok popüler sinirbilim ve psikoloji eserlerini okuyorum. Yurtdışı mevzusu için Ylsy gibi bir olanak var ancak onun da şartları zorlayıcı ve sanırım şu an en makul yol ingilizce kaynakları kulllarak yurtdışı felsefe topluluklarıyla dijital bir iletişim kurmak. Belki bu alanda bir camianın oluşması uzun sürebilir veya küçük bir cemiyet olabilir ancak hiç olmamasından daha iyidir sanırım. Katkılarınız için teşekkürler.