Yunus Emre KESKİN. Blogger tarafından desteklenmektedir.

9 Aralık 2015

Semantik Problem 1 : Standart Görüş ve Eleştirisi


Zihin-beden problemi gündelik hayatta veya gündelik hayatla ilgisi olmayan entelektüel problemlerin çözümünde daima ana aktör olan zihni bir problem haline getirmekte ve onun kaynağına yönelik soruşturmalar yapmaktaydı. Bu yönüyle bu problem ontolojik bir araştrmayı ve kaynakların felsefi bir yeniden değerlendirilmesini içermekteydi.

Semantik problem ise zihnin anlamı nasıl inşa ettiğine, onunla nasıl bir ontolojik ve epistemolojik ilişkisinin olduğuna, bilinç-dışı ve bilinçli bir şekilde çalışan versiyonlarıyla birlikte her an yanımızda olan ve zihnimizin dış dünyaya yönelik kurgusunu biçimsel bir kurgu olmaktan çıkaran ve onu daha canlı bir nitelikler havuzuna dönüştüren, bu gizemli oyuncuya yönelik felsefi bir soruşturmadır.

Hepimiz her gün ve her dakika hatta siz bu metni okurken bile sürekli bir nesne-anlam bağıntısı yaratmaktasınız ve bunu bu sürecin temelleriyle hiç uğraşmaksızın yapmaktasınız.
Geometrik bir nesneler setinin beyaz bir arka plana düzenli bir biçimde sunuluşu sayesinde yazdıklarımı anlayabiliyor, üzerine düşünebiliyor ve hatta başkalarına da bu anlamı aktarabiliyorsunuz. 

Bunun dışında işlediğim temada bahsettiğim bir kavramın işaret ettiği anlam dünyasını bilinçli bir düşünüşle genişletebiliyor veya onu daraltıp yalnızca belli nesneler için onlara özel anlam etiketleri yaratabiliyorsunuz.

Peki bu süreç nasıl işliyor ve felsefi bir bağlamda konuşursak anlamın zihinsel inşasını felsefe içinde nasıl kurabiliriz ? Bu sorunun çözümünde hangi kuramlar öne çıkmakta ve anlamın tüm anlam-nesne bağıntıları bağlamında herhangi bir kesinti olmaksızın felsefi bir çevirisini oluşturabilir miyiz?

Probleme sağ duyunun veya standart görüş adı verilen ''içsel gösterime dayalı anımlama''nın nasıl yaklaştığıyla başlayacağız.


Bu görüşe göre bir terimi (örneğin ''at'' veya '' itfaiye aracı'') bir kimsenin sözcük dağarcığına sokmanın bir yolu, sadece o kimseye ilgili tipten bir nesne göstermek ve ''Bu bir attır.'' veya ''Bu bir itfaiye aracıdır.'' gibi bir şey söylemektir. Bunlar birer gösterime dayalı tanımlama örneğidir. Dinleyicinin sunulan durumda ilgili görünen özellikleri fark etmesi ve bu özellikleri içeren yeni bir durumun ortaya çıkması halinde aynı terimi yeniden kullanabilmesi beklenir. [1]

Yani nesnenin ayrıntılı bir resmi yerine nesnenin kendisiyle kurulan görsel bir bağıntı itfaiye veya at ile ilgili anlamın kazanılmasında yeterlidir ve bu süreçin daha alt düzeylerde nasıl işlediği çözümün dışında bırakılır. 

Bir başka yol ise tanıtılan nesnenin niteliklerinin bir sıralamasıyla nesnenin karakterinin diğer nesnelerden adım adım ayrıştırılması yöntemidir. Buna göre örneğin at üzerine binilebilen, büyük, toynaklı bir hayvan olarak tanıtılabilir.

Ancak ikinci yöntemin işe yaramadığı durumlar vardır. Örneğin ''kırmızılık'' , ''sertlik'' , '''tatlılık'', ''sıcaklık'' gibi terimlerin anlamları, onları karakterize edilen nitelikler aracılığıyla değil ancak birinci yöntemle yani onların ilişkilendirildiği maddi bir nesnelerin gösterimiyle (''kırmızı bir tabela'', ''sert bir kemik'' gibi) bir kimsenin sözcük dağarcığına kazandırılabilir.

Peki ya sağduyuya dayalı psikolojik sözcük dağarcığımızdaki terimler?  ''Ağrı'', ''arzu'', ve ''kırmızı duyumu'' gibi terimler düşünüldüğünde, gösterim anlamın tek kaynağı olarak ortaya çıkar [2] 

Standart görüş sahip olduğumuz psikolojik sözcük dağarcığındaki birçok terim için doğru gibi gözükse de tüm terimlerin ya da Churclan'a göre bunların çoğunluğu için dahi doğru değildir.

Standart görüşün savunucularının yanıt vermek zorunda olduğu zorluklardan ilki terimlerin ve terimlerin ifade edildiği psikolojik durumların potansiyel çokluğudur. İçinde bulunduğumuz geniş anlam dünyasının her terimin anlamının kazanılması için tek tek gösterimlere başvurulması gerektiği düşüncesi inandırıcı olmaktan uzaktır.

Bunu netleştirmek için herhangi bir nedenden dolayı ıssız bir adada  tek başına yaşamak zorunda bırakılan bir bebeği düşünün. Bebek belli bir zihinsel olduğunluğa geldiğinde ve nesneler ve onların anlamlarıyla ilgili çıkarımları yapmaya başladığında nasıl bir zihinsel güzergah izleyecektir?

Standart görüşe göre bebek örneğin palmiye ağaçlarını anlamını öğrenmek istediğinde palmiyenin dış görünüşünü inceleyecek,  uzun', büyük yapraklı kahverengi gövdeli gibi onu karakterize eden niteliklerini aklında tutacak ve başka bir palmiye ağacı gördüğünde de aynı işlemleri bu ağaç için kontrol edip eğer özellikleri uyuyorsa onu da tanıyacak ve anlamını bilecektir.

Ancak diyelim ki palmiye ağacından düştüğünde deneyimlediği acı kavramını anlamlandırmak için başka bir yol seçecek ve onu belli bir zaman diliminde belirli bir ağaçla yaşadığı deneyimle eş tutacaktır. Her ağaç deneyimi için de farklı bir süreç işleyecek ve acı kavramının binlerce versiyonuna sahip olacaktır.

Ya da örneğin bebek kendisinin yakın bir gelecekte kurtarılacağı gibi bir beklentiyi taşıyorsa bu beklentinin anlamı, her durum, çocuğun yaşadığı her zorluk ve diğer beklentilerin sonuçları bağlamında yeniden değerlendirilecek ve bu beklentinin tek bir anlamı yerine binlerce farklı anlamı olacaktır. 

Çünkü bebeğin inançları, arzuları, korkuları gibi temel pskikolojik sözcük dağarcığımızın temel elemanları tek tek niteliklerini bir toplamı olarak değil, ilişkilendirildiği maddi nesnenin veya duruma eşlik eden zihinsel bir etiket olarak kabul edilmektedir.

Bu yaklaşımın yanıtlamakta zorlanacağı ikinci problemse, nesnelerin anlamını inşa etmek için kullanılan içsel gösterim yönteminin kişiyi Churcland'ın deyişiyle semantik bir solipsizme düşüreceği ve kişinin terimlere ilişkin tüm semantik deneyimlerinin öznel bir boyut taşıması nedeniyle özneler-arası bir anlam aktarımının mümkün olamayışı, yani kişinin kasttettiği bir anlamı kendisi dışında kimsenin anlayamayışıdır.

Churcland'ın değinmediği bir başka zorluk ise bize göre standart görüşün yalnızca edinilen psikolojik terimlerin anlamlarıyla ilgilenmesidir. Bu ise standart görüşün anlamın nasıl kazanıldığıyla ilgili bir öğrenme mekanizmasını içerdiğini ima eder. Eğer anlamlar gösterimler ve nesnelerin niteliklerinin bir koleksiyonu olarak inşa ediliyorsa, belli bir öğrenme sürecini de içeriyor demektir.

Ancak biz doğuştan sahip olduğumuz ve evrimsel tarihimizin bir ürünü olarak genlerimize işlenmiş nesne-anlam bağıntılarına da sahibiz. Örneğin daha önce hiçbir örümcek veya yılan görmemiş çocuk onu ilk defa gördüğünde korkmakta ve onun kendisi için zararlı bir canlı olduğu sonucuna varıp uzaklaşmaktadır. 

Çocuk eğer hiçbir tepki vermeseydi veya bu canlılardan korkmasaydı biz bunun standart görüşle örtüşen bir sonuç olduğunu kabul edebilirdik ancak yırtıcıyla doğuştan kurduğumuz bu olumsuz bağlantı ve tetiklediği uzaklaşma dürtüsü standart görüşün öngördüğü bir sonuç değildir. Burada bir çıkarım söz konusudur ve bilinçsiz bir refleks olarak da görülemez. 

Yırtıcıyla kurduğumuz bağ yanan sobaya dokunup elini çeken çocuktan farklıdır. Çünkü evrimsel olarak soba bizim için bir yırtıcı olmamıştır ve üzerimize herhangi bir seçilim baskısı yaratmamıştır. Ancak yüksekten düşme, yüksek sesler ve evrimsel tarihimiz boyunca üzerimizde bir tehdit oluşturan yırtıcılar için bu durum farklıdır ve bu örneklerde bir deneme yanılma ya da başka bir öğrenme olmaksızın doğuştan bir ilişkilendirilmeyle onlardan korkmaktayızdır.

Bu örnekler standart görüşün temellerine üçüncü bir darbeyi biyolojist bir bakış açısıyla indirmektedir ve anlamın kazanılmasıyla ilgili problemin çerçevesini de bu yolla genişletmekte ve farklı disiplinlerle olan bağlantısını da geliştirmektedir.

Standart görüşle ilgili tek eleştiriler bunlarla da sınırlı kalmamaktadır, Wittgenstein'in bu konunun çözümündeki değerli katkıları ve meşhur kişisel dil argümanı bu yazı dizisinin bir sonraki bölümünde değerlendirilecektir.

Notlar

1) Churcland M. Paul, (2012) Madde ve Bilinç ( Berkay Ersöz Çev.) İstanbul, Alfa Yayınları, s.82

2) Churcland M. Paul, (2012) Madde ve Bilinç ( Berkay Ersöz Çev.) İstanbul, Alfa Yayınları, s.83

Hiç yorum yok: